Giriş

“Selanik” kelimesini ilk olarak ilkokulda büyük önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün hayat hikâyesi öğrenirken işitmiştim:” Mustafa Kemal Atatürk, 1881’de Selanik’te dünyaya gelmiştir. Annesi Zübeyde Hanım, babası Ali Rıza Efendidir.”. İşte bu bilgileri öğrenip, eve gelip ailemle paylaştığımda, Allah gani gani rahmet eylesin anneannem o duymaktan bir ömür mutluluk duyacağım belki çok küçük ama değerli bilginin olduğu şu cümleleri söylemişti: “Benim annem ve babam Selanikliydi. Evleri Atatürk’ün evine çok yakınmış, aynı avluya bakarmış…”

Bu sihirli cümleler ile araştırmalara başladım diyebilirim. Aklımın erdiği yılları bugün değerlendirdiğimde, 1990larda ailemin birçok büyüğünü tanıma ve sohbet edebilme şansını az da olsa yakalamıştım. Hiç değilse bile onların çocukları ile de ilerleyen yıllarda yapmış olduğum her sohbette, bazen aynı detaylar olsa bile, her öğrendiğimi not edip, bildiklerimi pekiştirdim. Çünkü tarihçi olmamakla beraber kendi adıma merak ettiğim konularda keyifli bir araştırmacı olduğuma inanıyorum.

Anneannem ile çok detaylı konuşma şansım kendisinin demans rahatsızlığından dolayı pek mümkün olmamıştı. Ondan yaşça büyükleri ile de zaman içerisinde, fırsat buldukça bu sohbetleri gerçekleştirdim. 2000li yıllara geldiğimizde, Küçükyalı’da kiracımızın vefatı sonrası evi boşaltması ile depo odadan çıkan bir küçük sandık/kutu ve bazı eski evrak benim araştırmalarım için tam anlamıyla bir dönüm noktasıydı. Önceden duyduğum birçok bilginin tescili anlamına gelen tüm evrakını muhafaza ettim ve ondan sonra yaşayan tüm aile büyüklerimin tarihsel değerlerinin kıymetini bir misli daha bilerek hareket etmeye devam ettim.

Adeta sonbaharda ağaçlardan dökülen yaprak misali tek tek kaybettiğimiz ailenin büyüklerinden kalan hatıratı yazılı hale getirdikten sonra, teknolojinin izin verdiği sınırlar ve bu alanda bilgiye sahip kişilere de ulaştıkça yıllar öncesinde sahip olmadığım ve belki de ailemin bile bilmediği birçok detaya erişebilme şansım oldu. Şimdi dönemsel olarak kronolojisini sunduğum kısa araştırma serüvenimi sizlerle paylaşıyorum.

1990lar

Mustafa Kemal Atatürk’ün Selanik’te doğduğu ev

Ülkemizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Selanik’te dünyaya geldiğini öğrendiğim gün, anneannemin ailesinin de Selanikli olduğunu öğrenmiştim. Bu değişik bir duyguydu ve bunun ne demek olduğunu yıllar sonra ilk kez “hemşeri” kelimesinin anlamanı tam olarak idrak ettiğimde anlayacaktım. Anneannemin anne ve babası nüfus değişimi ile Selanik’ten İzmir’e gelmişlerdi. Çocukluğumda bildiğim ve bana çok yetersiz gelen; uzun yıllar yaşları benden büyük olmalarına karşın, annemlere “Neden tüm her şeyi zamanında sormadınız?” diyerek hayıflandığım bu tarihsel gerçeğimizi anneannemin vefatından sonra detaylı bir şekilde araştırmaya başladım. Biz Atatürk’ün hemşerisiydik.

Nüfus değişiminin orijinal tanımının “nüfus mübadelesi” olduğunu ve ailemin mübadil olarak adlandırıldığını yine yıllar içinde okuduğum kitabi bilgilerden öğrenecektim. Anneannemden sonra o yıllara tanık birçok kişi, daha doğrusu yaşlılarımız hayattaydı. Bunların içerisinde anneannemin teyzesi Hüsniye teyze (1915-1999), dayısının eşi Sabriye yenge (1921-2011), ablası Meliha teyze (1926-2008) ve eşi Agâh enişte (1919-2007), kuzenleri Beria (1919-2009) ve Raika teyzeler (1914-1997) ve ilerleyen noktalarda notlarından faydalanacağım aile büyüklerimizi bizzat tanıma, konuşma fırsatım oldu. Ancak yaşımın verdiği toyluk nedeniyle, belki de ben soru sormayı bilmediğim için bazı doğru ve sadece onlardan öğrenebileceğim detayları zihnime kaydetmek sandığım kadar kolay olmamıştı. Nüfus mübadelesini bizzat yaşamış, Selanik’te doğup, İzmir’e gelişi hatırlayan en yaşlı aile ferdimiz Hüsniye teyzemizdi ve anneannemin vefatından sadece 8 ay sonra aramızdan ayrılmıştı. Bu nedenle onun bildiği tüm detayları kızları Nurtaç ve Armağan teyzelerden öğrenme şansım oldu.

2000ler

Lise çağına adım attığım dönem bu konularda özellikle Agâh eniştemiz ile her görüştüğümde güzel ve detaylı mülakatlarımız olmuştu. Kendisi İzmir doğumluydu ancak babasının Selanikli olması ve anne tarafından da Girit muhaciri olması vasıtasıyla ve ilginç bir tesadüf ile mübadil bir aileden bir kadın ile evlenmesi, ilkokul yıllardan Hakimiyet-i Milliye İlkokulu’nda anneannemin kuzenleri Beria ve Raika teyzeler ile okumuş olması aileyi yakından tanımasını sağlamıştı. Muhacir ve mübadil farkını ilk kez o zaman öğrendim. Muhacir, esasen göçmen, göç eden demekti. Ancak bizim ailemiz Lozan Barış Antlaşması’nın ek protokolü -bu resmi detayı özellikle belirtiyorum- ile Anadolu’daki Müslüman olmayan Rumlar ile Batı Trakya ve Yunanistan’da yaşayan Müslüman Türk Osmanlı halkının değişimi sayesinde İzmir’e geldiklerinden dolayı kendilerini “mübadil “olarak isimlendiriyorlardı.

Bu, aile için çok ama çok önemi bir detaydı. Beria teyze ve Sabriye yenge çok küçük yaşlarda İzmir’e geldikleri için geliş sürecini anımsamıyorlardı ve gelişlerinden kısa bir süre sonrasında artık akıllarının erdiği ve hatırlayabilecekleri günleri de özellikle anlatmaktan imtina ederlerdi. Tüm ailesinin doğup, büyüdüğü, hayatını devam ettirdiği o güzel toprakları bırakıp, hiç bilmedikleri bir yere gelmek, buraya uyum sağlamak hiç kolay olmamıştı. Bu nedenledir ki o geçmişin zor günlerini anımsamak istemez ve güzel günlerden konuşmak isterlerdi. Ben de her zaman bu düşüncelerine saygı gösterirdim. Agâh enişte babasının Balkan Harbi ile önce İstanbul’a ve akabinde bir vazife ile İzmir’e geldiğini, İzmir’i çok beğenerek, Selanik’e benziyor diye burada yaşamaya karar verdiğini aktarmıştı. Selanik ile alakalı her kimden iki cümle duyduysam mutlaka biri buydu: “İzmir Selanik’e çok benziyor.”. Bu anlatım ile 1912 Balkan Harbi vb. şekilde gelenlerin o dönem muhacir -göçmen sözü uzun zaman sonra kullanılmıştı- ancak Lozan Antlaşması uyarınca gelenlerin “mübadil” olduğu bilgisine kani olmuştum. Eniştenin babası Rakım efendi milli mücadele başlayana kadar nüfus memurluğu görevini sürdürmüş ve savaş döneminde komiserlik yapmış. Savaş sonrasında da Selanik’te de bu görevi ifa ettiği için nüfus memurluğu yapmaya devam etmiş.

Hepsi için ortak payda olan “Selanik” ile alakalı en detaylı bilgiye yakın geçmişte aramızdan ayrılan ve araştırmacılık konusunda örnek aldığım ve bu nedenle de uzun zaman kapısını çalarak birçok detay öğrendiğim Önder amca aracılığıyla ulaştım. Önder amca 1936 doğumluydu. Anne ve baba tarafından Selanikli mübadil ailenin yaşayan en yaşlı ferdiydi. Soyağacımızın çıkarılmasında kendisi ile sohbetlerimiz başlamış ve uzun süre bilgi paylaşımı ile bir mukabele havasında geçmişti. Önder amca mübadil-muhacir detayı gibi şu hassasiyeti bana aktarmıştı: “Bizim ailemiz sadece Selanik’ten gelmedi, biz Selanikliyiz.” derdi. Bunun farkı neydi? Şöyle ki Osmanlı İmparatorluğu’nda, özellikle yükselme dönemi ve sonrasında duraklama dönemlerindeki en üst yönetim birimi Rumeli Beylerbeyliğiydi ve Avrupa Kıtası’nın en doğusundaki en önemli sancak Selanik’ti. Selanik sancak olması münasebetiyle de birçok kenti bünyesinde barındırıyordu. Bunlar arasında Serez, Kavala gibi önemli kentler yer alırken sancak merkezi Selanik müstakil bir kentti ve ailemizin yerleşik hayatı Selanik kent merkezinde olduğunu elimdeki evrak ve Önder amcamın teyidi ile öğrenmiştim. Sonuç olarak biz Selanikli bir aileydik ve mübadil olarak Selanik Kenti’nden İzmir’e gelmiştik.

32728 Nolu Orijinal Tasfiye Talepnamesi

Bu bilgilerin yer aldığı evrak ile alakalı yukarıda kısaca bahsettiğim sandık/kutuya gelmek istiyorum. O dönem içlerinde el yazısı, matbua birçok kâğıdın yer aldığı kutuyu incelemiş ve bu kıymetli dokümanı belki de 80 sene saklı kaldığı yeraltından çıkarılmış bir hazine gibi çerçeveleterek odama asmıştım. Fakat astığım notlarda ne yazdığını bilmeden duvarda yer alması pek akılcı bir durum değildi. İlerleyen yıllarda stajyerlik yaparken, dershanede beraber çalıştığım ve çok değer verdiğim ve gerçekten mesleğini de severek ve hakkı ile yapan tarih öğretmeni Hüseyin hocama göstermiştim. Hali hazırda Osmanlıca dersi vermese de okurken öğrenmeye özen göstermiş olmalı ki, birçok detayı hemen çevirerek benimle paylaşmaya başlamıştı. Dokümanın büyük kısmı matbua yani bir nevi form düzeyinde doldurulmuştu. İşte bu doldurulan evrakın “Tasfiye Talepnamesi” olduğunu o gün tercümeden öğrendim. Osmanlıcadan önce kendi dilimi iyi öğrenmek adına üniversite yaz okulunda ders aldığım kıymetli Yasemin hocam ile de dokümanı paylaşıp, tek tek tercüme ettirdim. Bugün çalışmaların her biri büyük bedeller ile yaptırılabilir ama hiçbir zaman ilgilenen kişinin özverisini yansıtmaz. Hocalarımın benim tarihe verdiğim önemi içselleştirmiş olmalılar ki sanki kendi mirasları gibi incelediler. Ben ilk tercümeler ile bu bilgilere ulaştım. Aile, Selanik Kenti’nin merkezinde, Koca Kasım Paşa Mahallesi’nde, ikamet ediyorlardı. Koca Kasım Paşa Mahallesi birçok kişiye tanıdık gelecektir. Evet, Atatürk’ün doğduğu mahalleydi. Türkçe okunuş şekli ile Ariyona Sokağı ve 66 Numara olarak yazan açık bilgi ile adeta muhtardan alınmış ikametgâh belgesi elimde duruyor gibi sevinçliydim. Bu bilgileri öğrendikçe aile ile de paylaşıyordum. Bu sürede maalesef kayıplarımız oluyor ve can tarih kaynaklarımız tükeniyordu. Meliha teyze de demans olmazdan evvel bana birçok detaylı bilgiyi paylaşmıştı.

Bu bilgiler içerisinde ailenin ileri gelenlerinin ne iş ile uğraştıkları gibi önemli detaylar yer alıyordu. Anneannemin babası mobilya sanatkârı ve marangoz iken amcası da onun yanındaymış ve dedeleri mobilya işi ile iştigal ederlermiş. Soyağacının en üst koluna ulaştığımızda ise büyük dedelerin nalbant olduğunu kaydetmiştim. Akrabaları ile de beraber Türkiye’ye geldiklerinde kalıp/kereste fabrikasında çalıştığını anlatmıştı. Bunlar önemli bilgilerdi. Diğer yandan ailenin arda kalan kollarını ve onlara ait bilgileri de ayrıca araştırıyordum. 2013 yılında aramızdan ayrılan Nurtaç teyzem yaş itibarıyla Selanik mübadili olan ilk mübadillerin birçoğunu tanıma ve konuşma fırsatı yakalamıştı. Kendisinden ilk öğrendiğim detay mübadelenin uygulamaya geçmesi ile önce Türkiye’den Rumların Selanik’e geldiği ve annelerinin altı aya yakın bir süre Rum mübadil aile beraber yaşadığıydı. Bu önemli bilgiyi sonradan kendisinin yeğeni kuzenim Oğuzhan’la da teyit ettik. Oğuzhan araştırmalarda karşılıklı uzun sohbetler yaptığım ve araştırmaların ilk meyvesini beraber aldığımız değerli bir kardeşimdir.

Rumlarla beraber yaşamaya başlayan ailenin bir bölümünde zaman içerisinde bir kaygı hasıl olmuştu; asimilasyon. Mesela beraber yaşama süresince anneannemin dayısını Rumların “mikro hoca” diyerek çağırması aslında sosyokültürel ilişkilerin günlük hayata yansıdığının bir ispatıdır. Çocuklarının, Rum çocuklarla tüm masumiyetleri ile oynamaları sırasında Türk ruhunu ve dini değerlerini kaybedecekleri korkusu aile büyüklerini sarınca, o dönem hocalık yapan Hüsnü dede, anneannemin dayısı ve teyzesini 8-10 yaşlarında hafız olmalarına önayak olmuştu. Bu mucize gibi olayın gerçekliğini Önder amcadan da teyit etmiştim. Ailesi hafız dayıya “hafız enişte” dediklerini anlatırdı. Çünkü Önder amcanın anne sülalesi ile anneannemin babası akrabaydı. Anneannemin anne tarafı ile ise kayın bağları büyük anneannem ile büyük dedem evlenince doğmuştu. Bilgi dağarcığım yavaş yavaş genişlerken, araştırma imkânları da günbegün artıyordu.

2010lar

Muhacir Esas Kayıt Sureti Tercümesi

Sahip olduğum tasfiye talepnamelerinin tercümesi ile ailenin ikamet ettiği bir noktayı bularak belki de bir yüzyıl sonrasında o toprakları ziyaret eden ilk kişi kuzenim Oğuzhan olmuştu. Elimizdeki bilgileri adeta bir yapbozun parçaları gibi birleştirerek bir adresleme yapmıştık. Büyük dedelerin hocalıkla iştigal ettiği bilgisi ile bu görevi nerede ifa ettiğini yine bana kendisi aktarmıştı. Bugün müze olan, o dönemki Hortaç Süleyman Camisini-Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi’nin de babasının mezarı bu caminin haziresindedir.- kendimize kerteriz alarak seyahati öncesi bir rota belirlemiştik. Tasfiye talepnamelerinde yazan Ariyona Sokağı’nın bugünkü karşılığını ve 66 numaralı hanenin konumu ve de Atatürk’ün doğduğu ev ile oluşan bu alan bizim ailemiz için çok kıymetli bir tarihi üçgendi. Yaptığı seyahatten gönderdiği her görsel ile sanki o günleri yaşıyor ve duygulanıyorduk. 66 Numaralı ev tabii yıkılarak 2. nesil eski tip apartman inşa edilse de bulunduğu sokağın sonunda Hortaç Süleyman Camii ve iki sokak üstte de Türk Konsolosluğu yani herkesin bildiği üzere Atatürk’ün doğduğu ev yer alıyordu. Duyduğum, okuduğum bilginin doğruluğunu bu şekilde bir kez daha görmenin verdiği hazzı anlatamam…

Tasfiye talepnameleri ile mübadillerin geçmiş bilgilerine erişebildiğini öğrendikçe erişim imkânları artmaya başladı. O dönem Başbakanlık ve sonrasında Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı belki de biz mübadiller için yapılacak en büyük hizmeti sunmaya başladı ve halen de devam ediyor. Bu sistemde bilgilerini doğru olarak sisteme girdiğiniz takdirde ailenin tasfiye talepnameleri ile alakalı detaylı bilgilere erişebiliyorsunuz. Ve çok uzun emekler vererek tek tek ailenin tasfiye talepnamelerine ulaştım. Şimdi biraz tasfiye talepnameleriyle alakalı kısa bilgi vermek isterim. Nüfus Mübadelesi ile alakalı antlaşma sağlayınca iki ülke resmi mercileri çalışmalara başlamış ve yaşayan vatandaşların sağ salim bir şekilde değişiminin sağlanmasını amaçlamıştı ve fakat bu hiç kolay olmayacaktı. Mevzu bahis olan bir yerde yaşayan bir insanı bir noktadan bir noktaya taşımak değil, onun sahip olduğu tüm ekonomik değerleri de dikkate alarak bu değişimin gerçekleştirilmesi gerekmekteydi. Bu çalışmalar için “Muhtelit Mübadele Komisyonu” adı ile heyetler kurulmuştu. Bu heyet mübadil olacak tüm Türk ve Rumların nüfus tespitleri ve daha mühimi menkul-gayrimenkul mal varlıklarının kaydını tutacaktı. Temel amaç manevi olarak büyük yıkım yaşayan tarafların ekonomik açıdan bir nebze de olsa kalkınmalarını sağlamaktı. Tasfiye talepnamelerinin hazırlanmasında temel olarak aile reisleri ve mülk sahiplerinin bilgileri ile doldurulması, tüm malvarlığının kayıt altına alınması, adres bilgilerinin ve esasen de nereli olduğu ile alakalı detayların yer alması gerekiyordu.

Elde ettiğim bilgiler ışığında tasfiye talepnamelerinin tarih ve sayı numaraları ile arşivlerde yer aldığı tüm bölüm/kutu/raf bilgilerini kaydettim. Her mübadil kişi, ailesine ait olan tasfiye talepnamesinin bir suretini isteyebilmek için illiyet bağını tebliğ etmek şartı ile başvuru yapabiliyordu. İlginç bir bilgi vermek isterim. Ben yıllar sonra depodan çıkan tasfiye talepnamelerini çerçeveleri ile İzmir Büyükşehir Belediyesi Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve Müzesi’ne bağışlamıştım. Bu bağış sonrasında, diğer tasfiye talepnamelerinin talep ettiğim süreçte, yetkililer ile yaptığım yazışma ve telefon görüşmelerinde orijinal tasfiye talepnamelerinin elimizde olmasına çok şaşırdıklarını belirtmişlerdi. Çünkü üç nüsha olan formun bir tanesi Yunan Hükümetinde, diğeri Türk Hükümetinde en sonuncu da mübadilin kendisinde kalacaktı. Peki ailemiz neden saklamıştı? Büyük anneannem Ayşe Hanım evrakı yıllarca muhafaza etmişti. Bu evrakın Yunanca olanının tercümesinde ise tek taraflı bir pasaport/gidiş belgesi olduğunu öğrenmiştik. İlerleyen yıllarda belki geri dönülür umuduyla sakladığını öğrendiğimizde çok üzülmüştük. Bir daha asla dönüşü olmayan bu yola çıkan insanlar yıllarca memleket hasreti ile yaşadılar. Hayatları, evleri, dükkanları tarlaları, oyun oynadıkları sokaklar, aşkları, ölüleri; her şey orada kalmıştı. Önder amca aktardığı bilgilerde; 1970lerde anne ve babasını Selanik’e götürmek istediğini bana anlatmıştı. Ancak o dönem Kıbrıs nedeni ile olan sorunlar ve daha mühimi doğum yerlerinde “SELANİK” yazdığı için Yunan Hükümetinin vize vermeyişi, giden Türklerin geri dönüp, yerleşik hayata geçebileceği korkusu tüm mübadillerin hasret içinde bu dünyadan ayrılmasına neden olmuştu. Başka nedenlerle göçmen olarak başka ülkelerden Türkiye’ye gelen soydaşlarımız, geldikleri ülkelerin vatandaşlıklarını da alabildikleri halde Lozan Antlaşması ile gelen mübadillere bu hak tanınmamıştı.

Tekrar tasfiye talepnamelerine döndüğümüzde; araştırma yapılırken, soyadı olmadığı için adına form oluşturulan mübadilin baba adının bilinmesi gerekmekteydi. Bu nedenle soyağacını yıllar önce hazırlamanın faydasını görmüştüm. Tasfiye talepnameleri kadın ve erkekler için ayrı ayrı düzenleniyordu. Mühim olan Türkiye’ye gelecek olan kişinin babasının vefat etmiş ve kendisinin mirasçı olmasıydı. Tasfiye talepnamelerinde kayıt altına alınan malların ardında kalan birçok taşınır ve taşınmaz Selanik’i terk ettikleri güne kadar elden çıkarılmaya, satılmaya çalışılmış; kalan yükte hafif ve pahada ağır olarak nitelendirilebilecek ve gemi seyahatine ile Türkiye’ye getirilebilecek olanlar kayıt altına alınmıştı. Buna rağmen getirilemeyecek olanlar ile alakalı olarak anneannemin anlattığı bir hatıratı sizlerle paylaşmak isterim. Babası ona anlatırmış; dedesi birçok eşyası getiremeyeceğini anlayınca evlerinin bahçesinde yer alan kuyuya bu eşyaları atıp ve en üste gaz tenekesi koymuş, akabinde de yakmış. Oğlu Numan dedemiz “Bey baba neden böyle yapıyoruz? dediğinde; “Bize yaramayacak, gelene de yaramasın. “diyerek belki de içindeki o acının hıncını alıyordu…

Tasfiye talepnamesinin yanı sıra Türkiye’ye gelen mübadil ailelere ait iskân belgelerinin suretlerini ve tercümelerinin de talep edilebildiğini öğrendim ve uzun süren yazışmalar ile talep ederek bu belgeleri de elde ettim. Bu belgeler sayesinde mübadillerin Türkiye maceralarının başlayışını öğrenmeye başlamıştım. Hangi eve geldikleri, ilk olarak nerede oturdukları gibi birçok detay bilgi bu belgenin tercümesinde yer alıyordu. Ayrıca mübadil olarak Türkiye’ye gelen tüm hane halkının bilgisine de sahip olduğum için Yunanistan’dan kimlerin geldiğini de tek tek öğrenebilmiştim. Nüfus Mübadelesinin Türkiye ayağının detaylarını Önder amca bana aktarmıştı. Çünkü rahmetli Yusuf dedesi ile babalarının eş zamanlı olarak ve büyük bir aile/akraba topluluğu ile Türkiye’ye gelişinden bana bahsetmişti. Tabii bu yaşananların öncesindeki hazırlık süreci de ayrıca incelenmeliydi ve nitekim yine o bilgiye de bana kendisi bizzat anlatmıştı. Yukarıda belirttiğim Selanik ikamet bilgilerini, sonradan öğrendiğim ve tamamladığım detayları, ayrıca soylarının nereden geldiğine, İzmir’de ilk yerleşik hayata geçiş sürecine ekteki dokümandan ulaşılabilmektedir.

Tekrar mübadelenin uygulama safhasına döndüğümüzde, malların elden çıkarılışı, devri, satışı ve tasfiye talepnamelerine işlenmesine müteakip ailede şu konu gündeme gelmiş; peki biz nereye gideceğiz? Nüfus Mübadelesi münasebetiyle Rumlar ve Türkler arasında değişim gerçekleştirilmekle beraber, Yunanistan gelecek yaklaşık 500 bin Türk’e karışlık bir milyona yakın Rum bu soruyu birbirlerine soruyorlardı. Ailenin Selanik’te gerek memuriyet, ticaret gerekse ilmiye sınıfına mensup bireylerinin olması ve resmi makamlar ile yakın ilişkileri bulunması nedeniyle bu konuda şanslı olduğu söylenebilir. Çünkü ailenin büyüklerine Türkiye’ye intikal sırasında nereye gidecekleri ile alakalı soru yöneltilesi bile böylesine zor şartlar altında büyük bir nimet sayılırdı. Türk Hükümeti de bazı kentleri özellikle mübadillerin yerleşmesi için seçmişti. Bu şehirler arasında Bursa, Niğde, Samsun, Mersin ve İzmir ve Batı Anadolu kentleri yer alıyordu. Önder amca o dönemde Türkiye’de bulunan, Balkan Harbi ve sonrasında burada yaşayan akrabalara bu konuda danışıldığını ve özellikle İzmir kentinin, liman kenti ve savaş sonrası imar edilebileceği ve özellikle ailenin iş kollarından olan kerestecilik vb. alanların devamının sağlayacağı düşüncesi ile tercih edilmesi tavsiyesi dikkate alınarak, geliş istikametinin İzmir olması belirlenmişti. İzmir’in Selanik’e benzemesi yukarıda sayılan birçok sebebin de belki de en önemlisiydi. Geliş süresince büyük bir akraba topluluğunun birlikte intikalinden söz etmişlerdi.100-150 kişilik yaşlı-kadın-çocuklar ve erkeklerden oluşan bu topluluk için kamaralar, gemide depolar vb. ayarlanmış, limana evlerinin yakın olmasına karşın harekete 1-2 gün kala Beyaz Kule yakınına konuşlandıklarını bilgisini öğrenmiştim. Bahsedilen ve aileyi Yunanistan’dan, Anadolu’ya getiren İnebolu Vapuru‘dur. Burada bir detay vermek isterim; Selanik doğumlu olarak yaşayan ve gördüğüm en yaşlı kişi Sabriye yengenin ablası Hatice Hanım teyzeydi. Onun torununa aktardığı bilgi de kendilerinin Selanik Kordonunun bir arka sokak/caddesinde oturduklarını anlatırmış. Bu yapboz parçaları birleştikçe de anlam kazanıyordu.

Seyahat öncesi yaşanan acı ama tarihe not düşen bir detayı paylaşmak istiyorum. Anneannemin büyük teyzesi Fatma Hanım gemiye binecekleri gün kayboluyor, ailesi ile buluşamıyor ve birbirlerini bulamadan limandan ayrılıyorlar. Bu belki de geride kalan ilk kayıp olmuş. Gemide de aileden kayıplar olmuş ancak Fatma teyzenin akıbeti bilinmiyor. 1974’te Fatma teyzenin evlatları Ankara’ya giderek o dönemki imkansızlıklar ve şartlar değerlendirildiğinde muhteşem bir araştırma ile büyük anneannemlerin İzmir’de iskân edildikleri bilgisine erişiyor ve Fatma teyzeyi İzmir’e getiriyorlar. Mübadeleden tam 50 yıl sonra tarifi imkânsız duyguların yaşandığı bir buluşma gerçekleşiyor.  Bir kitaba konu, filme senaryo olacak yarım yüzyıl süren ayrılık bir kereye mahsus sonlanıyor. Mübadele ile Fatma teyze Kocaeli’nde Geyve Köyü’ne gelmiş ve orada yaşamını sürdürmüş ve Selanik’ten kalan bir yürek burukluğu ile çocuklarından bir tanesinin isminde babası Recep’i yaşatmış. Ancak annemler bu buluşmanın büyüsünden etkilendiklerinden mi bilmiyorum ama Fatma teyzenin nasıl kaybolup, orada kaldığını öğrenemedikleri için bana aktaramadılar. Bu da zihinlerde, mübadelenin yüreklerdeki acısı olarak kalmıştır. İzmir’e olan tek yönlü seyahatlerinin 2-3 gün sürdüğünü anlatmış ailenin büyükleri Önder amcaya. Öncelikle Çeşme, Alaçatı’ya ayak basıyorlar. O dönem Alaçatı çok kıraç, Anadolu‘nun en batı noktası ve böylesine bir yere ayak basınca ailede büyük bir üzüntü olmuş. Mübadil olarak farklı kentlerden gelenler kafileler halinde ilk olarak, bugün Urla’da yer alan Tahaffuzhaneye götürülerek bir nevi sterilizasyon geçirilerek sâri hastalık vb. olmadığının tespiti işlemlerine maruz kalıyorlar.  Kalpleri temiz bu insanlar devlet nezdinde de temiz oldukları kayıt altına alınınca Selanik’teyken merak edilen ikinci sorun baş gösteriyor; İzmir’e geldik, burada nerede yaşayacağız?

İskan Tahsis Kayıt Sureti Tercümesi

Kurtuluş Savaşı sonrasında İzmir harap bir haldeydi. Yenilen Yunan kuvvetleri, Batı Anadolu’yu ve nihayetinde İzmir’i yakarak kaçmışlardı. Güzel Selanik’i bırakarak bambaşka topraklara, yeni bir coğrafyaya gelen mübadiller bu manzara karşısında daha büyük bir ızdıraba mazhar olmuşlardı. Ailenin büyükleri, kent içerisinde nerede yaşanabileceğine daire tahkikat yapmak adına 2-3 defa İzmir’e gidip gelmişler. Burada şu detay verilmelidir ki, ayak bastıkları Çeşme’de, Alaçatı’da kalmak istememelerinin altında yatan en büyük neden Selanik kent metropolünden geliyor olmalarıdır. Selanik imparatorluğun Avrupa topraklarındaki en modern kentiydi. Aile büyükleri kent merkezine geldiklerinde şu manzara ile karşılaşmışlardı: bugün birçok ilçenin tarihsel köklerinin oluşturduğu köy merkezleri vardı. Kentin geneli körfez etrafında yaşamaktaydı. Özellikle Bornova ve Buca Levantenlerden arada kalan ancak kaliteli bir kentsel yaşamın olduğu bölgeler olmasına karşın, kentin kalbinin olduğu yer tamamen yanmış, çevresinde Müslüman mahalleleri ve yerleşik hayatlarını sürdüren Türkler yer alıyordu. Kordon boyu tamamen yanmış, neredeyse tüm yerleşim deniz kotunda, tepeler bomboş ve Karşıyaka Yalısı denizin öteki tarafında kalmaktaydı. Bu manzara ve şartlar karşısında ailenin büyükleri, öncelikle kadınların isteklerinin ve arzularının karşılanmasını dikkate almışlar. O yıllar her ne kadar ataerkil bir anlayışın hüküm sürdüğü dönem gibi algılansa da Selanikli ailelerde kadınlar söz sahibiydi.

Anneannem yine aktarmıştı; dedeleri Selanik’ten bizzat Mustafa Kemal Paşa’yı hem mahallelerinden hem de babası aracılığıyla tanıdıkları hem de mübadil oldukları için İzmir’de bu konuda görüştüklerini, Gazi’nin “Sizlere bir kapıya bir kapı veriyorum, herkes bir evi mesken tutsun ancak yanındaki ev boş ise virane olmaması adına iskân edebilirsiniz” diyerek yönlendirmiş. Bu düşünce ile akrabaların birbirine yakın olarak yaşaması esas alınmış. Hali hazırda Müslüman Türklerin yaşadığı yerler iskân için uygun olmadığından ve Çeşme’den de İzmir’e gelecek olan ailenin sürecek olan yol serüveni ile beraber, bugün Güzelyalı-Küçükyalı bölgesi iskân için ilk tercih edilen bölge olmuş. Ancak ailemizden olmasa da merkezden uzak ilçelere -Tire-Ödemiş gibi- başka yerleşimlere gidenler olmakla beraber ailemiz bu bölgelerde yaşamaya başlamış. Ekonomik uyum zorluğu ise ilk zamanlardan itibaren kendin göstermeye başlamış çünkü yerleşik olan bir düzenden hiçbir noktasını bilmediğin bir yere geldiğinde ne yapabilirsin ve gayrimenkulün denkliğinin tam anlamı ile sağlanamaması ile uzun zaman sıkıntılar çekilmiş. Anneannemin dedesine mobilya mağazasına karşılık fırın verilmesi, mesleği ile alakalı olmayan bu durumu lehine çeviremeden, elinden yok pahasına çıkarması ile süreç olumsuz devam etmişti. İlginç bir tesadüfle iskân oldukları Küçükyalı denilen bölgedeki mahalle isimleri de kaderlerini kayıtlara geçiriyor gibiymiş; I. Karantina & II. Karantina. İlerleyen zamanlarda bazı akrabalarımız Selanik’e benzeyen eşsiz körfez manzarasını her gün görebilmek adına deniz kenarına yerleşmiş ancak anneannemin dedesi “deniz kenarı balık kokar, sahil taşar” saikiyle yokuştan bir deniz seyrini tercih etmiş. O dönem hiçbiri o yerleştikleri Rum evlerini bir gün yıkılarak apartman dairesi olacağını öngörememişti.

Ve o evlerin yıkılış hikayesi ile alakalı çokça tevatür anlatılır, resmi bilgiler paylaşır; benim bildiğim ve bana aktarılan özellikle 1950lerin sonraları, 1960ların başlarından itibaren Selanik’ten gelenlerin yaşlanmasıyla evlerin bakımın güçleşmesi, evlerin yıpranması ve tadilinin güçleşmesi ve büyüyen kent yaşamı ihtiyaçları ile ailelerin bu evlere sığamaması nedeniyle apartmanlaşmanın başlaması ile evler yıkılmıştır. Keşkelerimizin başında o güzel evlerin yıkılmadan anılarla kalmasıydı; ama olmadı, olamadı. Bugün Çankaya, eski itfaiye çevresindeki bölgenin yangın sonrası tekrardan planlanması dönemlerinde “Keresteciler Çarşısı” olarak anılacak bölgede ticaret hayatına devam etmişler. Müderrislik yapan Hüsnü dede ancak bakkallık ile hayatını sürdürürken, oğlu ise İzmir Atatürk Lisesi’nde eğitim hayatına devam etmiş. Yaşadıkları bölgenin okullarında, dönemin en güzel ve keyifli eğitimini almışlar; Müdafaa-i Hukuk İlkokulu, Hakimiyet-i Milliyet İlkokulu, Amerikan Kız Koleji, Necatibey Ortaokulu…

İş ve eğitim safhasının yanı sıra sosyal aile hayatının devamı da mübadiller için çok önemliydi. Benim en yakınlarım, anneannemin anne ve babasının evliliği buna güzel bir örnektir. Türkiye’ye geldikten çok kısa bir süre sonra hemen evlendirilmişlerdir. Selanik’ten birbirini bilen aileler evlatlarının evlenerek burada da birlik ve beraberliğin bozulmadan devam etmesi amaçlamışlardı. İkinci nesillerin evliliklerinde bile bilhassa mübadil ve muhacir ailelerin tercih edilmesi altında aynı sebep yatıyordu. Ayrıca anneannemin dedem ile olan evliliğinde olduğu gibi de bu şekilde gerçekleşmeyen evliliklerde de özellikle İzmir’in yerli ve köklü aileleri dünür olarak tercih edilmişti. Selanik’ten İzmir’e bir gemi ile gelerek bambaşka bir hayata merhaba diyen mübadiller günlük hayatlarında çok değişik tecrübeler edinmişler. Bunların en ilginci ulaşım gibi herkesin en ortak paydası gelmekteydi. Anneanneme büyükleri anlatırmış, Selanik’te yaşadıkları dönemde elektrikli tramvay olduğunu ancak İzmir’e adım attıklarında atlı tramvay işlediğini gördüklerinde şaşırdıklarını, buna benzer şekilde birçok yerde taş evlerinin yanı sıra kerpiç köy evlerinin sayıca çok olmasının, buranın Selanik’ten daha az gelişmiş bir kent olduğu düşüncesine sahip olmalarına neden olmuş.

İşte bu duyduğum, araştırdığım ve öğrendiğim, edindiğim, bana aktarılan ve miras kalan bilgi, doküman, fotoğraf ve aklımıza her ne geliyorsa yaşatmak adına İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin kapısını çaldım. Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve Müzesine bağlı olarak Buca Kasaplar Meydanı’nda, mübadillerin çokça yaşadığı Yaylacık Mahallesi’nin yakınında Göç ve Mübadele Anı Evi’nde tüm bu saydıklarımı ölümsüzleştirdim. Bu müzede mübadil ailelerin hikayeleri, eşyaları, hayatları kısacası her anı yer alıyor. Duvarlarda tanıdık yüzleri görmek, oradaki bir objeyi, misafir olarak yanında bulunan bir kişiye saatlerce anlatmanın hazzını sizlere anlatamam…

İşte bu müzenin açılışı münasibiyle gerçekleştirilen tanıtım belgesel çekimi burada yer alıyor.  Göç ve Mübadele Anı Evi Belgesel Çekimi

2020ler

Selanik ve mübadeleye dair çok bilgiye eriştim ve kanımca bunun asla sonu gelmeyecektir. Bu bilgiler ışığında doğrudan tarafıma ait olmasa da yapılan her çalışmaya can-ı gönülden destek vermek benim boynumun borcudur. Yakın geçmişte İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin mübadelenin 100. Yılı kapsamında hazırladığı bir kitap-belgesel çalışmasında rol alma ve katkı koyabilme şansını kuzenim Burcu ile elde ettik. Buca’daki müzede gerçekleşen çekimlerde ailenin farklı kollarına ait yaşanmışlıkları, çekim öncesinde kurgulayarak adeta bir sınava hazırlanır ve sanki birebir yaşamış gibi anlatmaya gayret ettik. Güzel bir çalışma oldu ve orada projenin sahibi Aylin ve Ayşegül hanımlar ile basılı ve görsel bir eser ile bizden sonrasına güzel hatıra bıraktık.

Bu çekime şu linklerden ulaşabilirsiniz, şimdiden iyi seyirler. Mübadelenin 100. Yılı Tek Yön Bilet Belgesel Çekimi

“Selanik” ile yazacaklarım burada son bulmuyor sadece araştırma yapmak adına kısa bir ara veriyorum…

Selanik ve İzmir İkamet & İskan Bilgileri

Mübadele Göç ve Anı Evi Fotoğraf Albümü

Scroll to Top